Allah Kuran’da iman eden kullarina birçok emir ve tavsiyelerde bulunmus, onlara çesitli ibadetler bildirmistir. Bu ibadetlerin herbirinin müminler açisindan sayisiz hikmetleri bulunmaktadir. Allah’in yüceligini takdir edebilen ve Kuran’in ruhunu kavramis olan Müslümanlar derin derin düsünerek bu hikmetlerin büyük bir kismini kavrayabilirler.
Ramazan Ayi da Müslümanlarin hikmetlerini iyi düsünüp kavramalari gereken bir öneme sahiptir. Çünkü Ramazan Ayi gerek hikmet yüklü mübarek Kuran’i Kerim’in indirildigi gerekse Müslümanlarin yüksek bir kardeslik ruhu içinde toplu olarak Allah’in farz kildigi oruç ibadetlerini yerine getirdikleri ay olmasi açisindan özel bir önem tasimaktadir.
Allah Kuran’in Bakara Suresi’nde bu ayin ve oruç ibadetinin önemini ve ne sekilde uygulanmasi gerektigini söyle açiklamaktadir.
Ramazan ayi… Insanlar için hidayet olan ve dogru yolu ve (hak ile batili birbirinden) ayiran apaçik belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmistir. Öyleyse sizden kim bu aya sahid olursa artik onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadigi günler sayisinca diger günlerde (tutsun). Allah, size kolaylik diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylik) sayiyi tamamlamaniz ve sizi dogru yola (hidayete) ulastirmasina karsilik Allah’i büyük tanimaniz içindir. Umulur ki sükredersiniz. (Bakara Suresi 185)
Ayette geçen ifadeden de açikça anlasildigi gibi bu aya sahit olan tüm Müslümanlarin, Allah’in kendilerine gösterdigi kolayliklar çerçevesinde oruç ibadetlerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu hem Müslümanlarin Rabbimiz olan Allah’in yüceligini ve kendilerine karsi ne büyük bir lütuf sahibi oldugunu anlamalari, hem de bu büyük rahmet karsisinda Rabbimizi sükrederek tesbih etmeleri açisindan son derece önemlidir.
Bir ay boyunca Allah’in Kuran’da bildirdigi bu emrini tutan ve sinirlarini asmayan müminler nefislerini terbiye ederler. Bunun yanisira diger ibadetlerini yerine getirirken de nasil bir nefsani terbiye içinde olmalari gerektigini anlamis olurlar. Bu kavrayis bir insanin bir yandan kendi nefsini daha yakindan ve tarafsiz olarak tanimasini saglarken, diger yandan da böyle bir egitime ne kadar ihtiyaci oldugunu anlamasini saglar.
Diger yandan insan hayatinin her alaninda aldigi bu özel terbiyenin nimetlerinden yararlanir. Çünkü nefsini terbiye etmis -yani elindeki nimetlerin Allah’a ait oldugunu ve acizligini fark etmis- bir insanin hayatinda bir takim degisiklikler meydana gelir. Böyle bir insanin dünya görüsü olaylar karsisindaki tepkileri ve yorumlari farklilasir. Insani yönü ön plana çikar. Allah’in nimetleri olmadan yasamanin imkansiz oldugunu açligi yasamak suretiyle uygulamali olarak tespit etmis bir kisinin bakis açisinda çok olumlu degisiklikler meydana gelir.
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri de Ramazan Ayi’nin ve oruç tutmanin bu yöndeki hikmetlerine eserlerinde genis yer ayirmistir. Ramazan ayi sirasinda tutulan orucun kisinin nefsini terbiye etmesinde ve Allah’a yakinlasmasinda önemli etkileri oldugunu bir sözünde su sekilde ifade etmistir.
“Iste Ramazan-i Serif’teki orucun çok hikmetleri hem Cenab-i Hakkin rububiyetine hem insanin hayat-i içtimaiyesine hem hayat-i sahsiyesine hem nefsin terbiyesine hem ilahi nimetlerin sükrüne bakar hikmetleri var.”
Bu hikmetlerden bir kismini söyle siralayabiliriz:
Insanin Acizligini Fark Etmesi
Ramazan ayi geldiginde Müslümanlar Allah’in kendilerine tarif ettigi sekilde oruç ibadetlerini yerine getirirler. Bakara Suresi’nde bu ibadetin vakti “…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayird edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayin… Bunlar, Allah’in sinirlaridir…” (Bakara Suresi 187 seklinde bildirilmistir.
Allah ayetlerine iman eden ve O’ndan içi titreyerek korkanlar için bu süre kesin bir sinir olarak belirlenmistir. Bu süre içinde kesintisiz olarak oruç tutan insanlar nefislerinin kendi üzerlerindeki etkisine sahit olurlar. Kötülügü haddi asmayi ve sinir çignemeyi emreden bencil aç gözlü zalim yönleriyle nefislerini tanima firsati bulmus olurlar. Ancak tüm bunlarin yaninda onu nasil dizginleyeceklerini nasil söz geçireceklerini de ögrenirler. Zannettikleri gibi güçlü yikilmaz ve sapasaglam bir vücutlari olmadigini aksine son derece aciz zorluklardan çok çabuk etkilenen bir yapiya sahip olduklarini da bu ibadet vesilesiyle görmüs olurlar. Bu bir aylik süre boyunca aslinda her yönden Allah’a ne kadar muhtaç bir varlik olduklarini kavrar, kendi acizliklerine bizzat tanik olurlar. Üstad oruç tutan bir insanin acizligini fark edisindeki bu gibi hikmetleri Mektubat’ta söyle ifade etmektedir.
Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi nihayetsiz fakri gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayif ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulundugunu ve çabuk bozulur dagilir et ve kemikten ibaret oldugunu düsünmez. Adete polattan bir vücudu var gibi ölmeyecekmisçesine kendini ebedi tahayyül eder gibi dünyaya saldirir. Sedid bir hirs ve tamahla ve siddetli alaka ve menfaatli seylere baglanir. Hem kendini kemal-i sefkatle terbiye eden Halikini unutur. Hem netice-i hayatini ve hayat-i uhreviyesini düsünmez; kötü ahlak içinde yuvarlanir.
Iste Ramazan-i Serif’teki oruç en gafillere ve inatçilara zaafini ve aczini ve fakrini ihsas ediyor. Açlik vasitasiyla midesini düsünüyor; midesindeki ihtiyacini anlar. Zayif vücudunu ne derece çürük oldugunu hatirlatiyor. Ne derece merhamete ve sefkate muhtaç oldugunu derk eder. Nefsin firavunlugunu birakip kemal-i acz ve fakr ile dergah-i Ilahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir sükr-ü manevi eliyle rahmet kapisini çalmaya hazirlanir-eger gaflet kalbini bozmamissa!” (Yirmi Dokuzuncu Mektup Besinci Nükte
Insanlarin halden anlayan bir ahlaka sahip olmalari
Oruç ibadetinin bir diger hikmeti de insanlarin bu ibadet sirasinda diger insanlarin içinde bulunduklari durumu anlamalaridir. Aç, susuz, fakir ya da ihtiyaç içinde olan bir insanin yasadigi zorluklara kavrar, kendi durumlarina sükretmeyi ögrenirler. Çünkü elindeki imkanlari kendi gücünden bilen bu nedenle de zenginligine ve imkanlarina güvenen bir insan bu ibadet esnasinda bu degerlerin bir önemi olmadigini daha iyi anlar. Fakir bir insanla kendisi arasinda gerçekte hiçbir farkin olmadigini elindeki imkanlarin gelip geçici oldugunu görmesini saglar. Bir yandan bu gerçegi fark ederken, diger yandan da fakir bir insanin durumunu bizzat yasayarak anlamis olur. Içinde bulundugu bu durum kisinin kalbini yumusatir sefkat ve merhamet hislerinin açiga çikmasini saglar. Daha insaniyetli halden anlar mütevazi, yardimsever ve fedakar bir kisilik kazanmasinda önemli rol oynar.
Diger taraftan fakir bir insan da kendisinden daha fakir ve muhtaç olan baska bir insanin durumunu anlar. Kendi haline sükreder. Her iki taraf da oruç ibadetlerini yerine getirirken hem ellerindeki nimetlere sükretmeyi ögrenirler, hem de samimi olarak açligi tadarak o durumdaki insanlarin halini anlamis olurlar. Bediüzzaman Said Nursi fakirlerle zenginleri bir yapan oruç ibadetinin bu önemli hikmetini ise söyle ifade etmistir.
Insanlar ihtiyaç cihetinde muhtelif bir surette var edilmisler. Cenab-i Hak o ihtilafa binaen zenginleri fukaralarin yardimina davet ediyor. Halbuki zenginler fukaranin acinacak aci hallerini ve açliklarini oruçtaki açlikla tam hissedebilirler. Eger oruç olmazsa nefisperest çok zenginler bulunabilir ki açlik ve fakirlik ne kadar elim ve onlar sefkate ne kadar muhtaç oldugunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hem cinsine sefkat ise sükr-ü hakikinin bir esasidir. Hangi fert olursa olsun kendinden bir yönde daha fakiri bulabilir; ona karsi sefkate mükelleftir. Eger nefsine açlik çektirmek mecburiyeti olmazsa sefkat vasitasiyla yardima mükellef oldugu ihsani ve yardimi yapamaz yapsa da tam olmaz. Çünkü hakiki o hali kendi nefsinde hissetmiyor. (Yirmi Dokuzuncu Mektup Üçüncü Nükte)
Nefsin Terbiye Edilmesi
Oruç ibadetinin bir diger hikmeti de insana nefsinin gerçek durumunu göstermesidir. Bediüzzaman Hazretleri, Mektubat adli eserinde insan nefsinin bu durumunu söyle ifade etmektedir.
Nefis kendini hür ve serbest ister ve öyle oldugunu düsünür. Hatta kuruntuya dayali bir terbiye ve basibos hareketi fitri olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olundugunu düsünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidari da varsa gaflet dahi yardim etmisse bütün bütün gasbederek hirsizcasina nimet-i Ilahiyeyi hayvan gibi yutar.Iste Ramazan-i Serifte en zengin en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki kendisi malik degil köledir; hür degil kuldur. Emrolunmazsa en adi ve en rahat seyi de yapamaz elini suya uzatamaz diye kuruntuya dayali rububiyeti kirilir kullugunu takinir hakiki vazifesi olan sükre girer.”
Üstadin ifade ettigi gibi Allah’a teslim olmayi, kulluk etmeyi reddeden ve kendini özgür bilen insan nefsi sinir tanimaz bir azginlik içine girmeyi arzular. Ancak Allah’in Kuran’la insanlara getirdigi sinirlar bu azginligi dizginler. Bu sinirlardan biri de oruç ibadeti sirasindaki sinirlardir. Bu disiplin içinde nefsini egiten onun bitmeyen istekleri yerine Allah’in emir ve yasaklarina uyan insanlar gaflet uykusundan uyanirlar. Nefislerindeki azginligin yerini Allah’a kul oldugunu bilen aciz bir insana birakir. Nefsinin bu durumunu kavramak onu mütekebbir ulasilamaz kavrayisi zayif bir insan sifatindan çikarip Rabbimize sükreden acizligini fark etmis güzel ahlakli bir insan durumuna getirir.
Unutulmamalidir ki, bu saydiklarimiz oruç ibadetinin sayisiz hikmetinden sadece bir kismidir. Ancak sadece bu saydiklarimiz üzerinde düsünmek bile Müslümanlarin dimagini açacak ve diger hikmetleri kendi vicdanlariyla çözmelerinde onlara yol gösterecektir.
Orucun Hikmetleri
Oruç ibadetinden çikarilabilecek bazi hikmetleri su sekilde siralamak mümkündür:
1- Oruç, bastan basa bir zikirdir. Ramazan Ayinda farz olan orucu tutan bir Müslüman, bir ay boyunca devamli olarak Allah’i zikir etmektedir. Gündüz, oruçlu oldugunun suuru içinde bulundugu için daima Allah’i hatirlar, oruç bozacak islerden kendisini korur, iftardan sonra; namaz ve benzeri ibadetlerle mesgul olur ve yatarken sahura kalkabilme endisesini tasir. Dolayisiyla oruçlu kisinin Allah’i hatirlamadigi bir ani yoktur.
2- Oruç, kisiyi ruhsal yönden terbiye eder. Gerçek anlamda oruç tutan kimse, kelimenin tam anlamiyla ruhsal olgunluga erisir. “Oruçlu kisiye eger birileri satasirsa, ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’, desin” (Hadis-i Serif. Buhari-Tecrid-i Sarih Terc. c. 6/2 95)
3- Oruç, kisiyi sabirli kilar. Özellikle, bazi kötü aliskanliklarina mahkum olan bir kisiyi, belirli bir süre zarfinda, oruçtan baska hangi kuvvet bu aliskanliklarindan alikoyabilir? Aliskanliklardan uzak durmak büyük bir sabir isidir.
4- Oruç, görür gibi Allah’a inanmanin ve gerçek anlamda Allah’tan korkmanin bir sembolüdür. Çünkü, oruçta kisi yalniz Allah’tan korkar, hiç kimsenin kendisini görmedigi zamanlarda orucunu bozmayan bir mü’min, gerçekten Allah’tan korkan, Allah’i görür gibi ona inanan kisidir.
5- Oruç, müslümana yilin diger günlerinde yiyecek bulamayip, açlik ve yokluk çekenlerin durumunu fiilen hatirlatir, dolayisiyla aç ve açikta bulunan insanlara yardima kosma, onlarin ihtiyaçlarini giderme gayreti göstermeye iterek, fiili bir sükür yapmayi ögretir.
6- Oruç, bir aylik uzun bir perhiz olup, organlarin uzun süre dinlenmesini saglayarak, insan sihhatini korur; kisiye güç ve zindelik verir.
7- Oruç, müslümani disipline sokar, müslümana zamaninin önemini hatirlatir.